Wednesday, October 29, 2008

Anlamanin turleri

Mutluluk nedir? " Mutluluk ozgurluk ve guvenin birlikte olmasidir". "Mutluluk bir ruh halidir, haz degildir" "Haz anliktir, bir stimulator gerektirir, mutluluk ise sonsuzdur ve bir ruh halidir".
Tanimlari insan bilinci ve beyni ile algilamaya calisinca baska anliyor, kalbi veya ruhu ile algilamaya calisinca baska. Aslinda ben bu merkezlere kalp veya ruh demek istemedim, ama beyin karsiti bir merkez aradim ve bulamadim. Beyin bir organ ama cok sey ifade ediyor bizim icin, ve bu bilimsel olarak ispatlanmis. Kalp ise bir pompa, organlara ve tum vucuda oksijen basiyor kan yolu ile. Ruh ise elle tutulup gozle gorunmeyen, vucutta bir yerde konumlayamadigimiz bir 'sey'.
Her neyse o beyin-olmayan, beynin-antitezi merkezle 'anlamak' bize ogretilen format, kalip, sablon, kural, norm ve her turlu yapi ve yapilanmanin disinda bir algilama ve anlama yolu. Beynin algilama yolu cok genis bir 'search', 'justification' ve 'logical deduction / induction' engine seklinde oluyor. Yani beynin anlamasi icin repository de bir birikim ve paradigma sart. Bu anlama bence bir konunun yillardir (bireysel yasamimizin yillari) katman katman biriken kurallar ve paradigmalar setinden gecirilip, Aristo mantigindan damitilarak yeni bir kurala erme prosesi. Yani soyle : beyin gecmis tecrubeleri, okuduklari , 'ogrendikleri' dogrultusunda cikolatanin haz verdigini 'biliyor', bu nedenle cikolatanin vucuda girdigi 'algilaninca' beyin bazi kimyasal salgilara komuta ederek elektriksel bir olay yaratiyor. Bu anda bizim 'dusunmemize' gerek yok, olaylar otomatik bir bicimde gelisiyor. Hadi daha karmasiklastiralim : ortada monte edilmesi gereken yeni aldigimiz bir mobilya var. Setin icinde semalar, talimatlar, ve belki de yardimci aletler var. Beyin yine dagarcigindaki mekanik, statik kurallar setini kullanarak okunan kodu bu kurallarla 'check' ediyor ve mekanik becerileri olan kisiler icin eylem emirleri veriyor. Bu durumda bir dusunme, analiz var. Her iki durumda da sinirli, lokal, kodlanmis ve konu spesifik bir information edinimi , bilgi uretimi veya dagarciktan retrieve edilmesi soz konusu.
Diger tur anlama , ki bu algilama kelimesi burda daha dogru, daha butunsel (holistic) bir olgu, sanki buyuk bir puzzle in parcasini yerlestirmek gibi ama puzzle hakkinda 'ogrenilmis' ve Aristo mantigindan gecirilmis bilgi olmaksizin. Bu durumda ne analiz var, ne mantik yurutme, ne de deduction / induction mekanizmasi devreye giriyor. Bu sanki ruhun (hadi ruh diyelim yeni jargon yaratmayalim) hatirlamasi. Sanki o durum / duygu algilaninca bir simsegin cakmasi, eski bir fotografin hatirlanmasi, bir parcanin yerine oturmasi. Kelimelerle ifade edilmemis, kurallara dokulmemis, paradigmasi olusturulmamis ve kodlanmamis bir bilginin farkina varmak. Bunun sonucunda daha bir aydinlik olmak, bilgelige bir adim atmak, bir adim ilerlemek. Ancak ne bu aydinlik, ne bu bilgelik ne de bu ilerleme beyninimizin kodlarla tanimladigi bir norm, bir durum. Bu nedenle mekanik, statik, elektrik, have durumu, psikoloji gibi bir domainle sinirli degil, yani lokal degil, yani, konu spesifik degil. Cunku bu evrene ait ve yuzyillardir zaten evrende var olan bir enerjinin, bilgeligin bir parcasi. Ve insanin 'anladigi' da onu zaten ait oldugu, ama ait oldugunu bilmedigi bir butune bir adim daha yaklasmasi.
'Ben bunu biliyordum, ama bu bilgi beynimde kodlanmis, kelimelere dokulmus, ifade edilmis degildi. Ben zaten yuzyillardir bildigim, beni cevreleyen ve benden buyuk bir butunun de farkinda oldugu bir noktayi hatirladim. Bunun icindir ki bu olguyu anladigimda kendimi daha butun, doymus ve bir adim ilerlemis hissediyorum'
Mutluluga gelince, ben hic dusunmemistim ozgurluk ve guvenin mutlulugu birlikte tanimlayan elementleri oldugunu, ama okuyunca 'anladim'. Kelimelere dokmemis oldugum ve dokmedigim icin beynimle veya bilincimle kodlu bir bilgi haline getirmemis oldugum bu tanimi algiladigimda bunu zaten 'ben boyle hissediyordum ve biliyordum' dedim. Ozgurluk ve guven benim ve mutlaka bircok bireyin hayatinin olmazsa olmaz iki unsuru. Ikisi de hayatim boyunca aradigim, oncelik verdigim, eksik olduklarinda kolum kanadimi eksik, yasam enerjimi dusuk hissettigim iki asset. Ikisini birarada oncelik ve gereklilik olarak hic dusunmedim, ama simdi anliyorum birbirlerini nasil butunlediklerini. Ve sonucta biraraya gelmelerini benim nasil algiladigimi , anladigimi. ilk bakista celiskili gibi iki kavram. Ozgurluk degisim arzusunu da icinde barindiriyor veya benim icin hep ortam degistirmek, baska diyarlara gitmek, mevcut durumdan uzaklasmak , baglarini koparmak demek. Ozgurluk deyince hep atlari ve kuslari hayal ediyorum, dogal ortamlarinda ama mekan degistirerek ve bunu kisitlama olmaksizin yaparak. Sinirlar yok, mahalle baskisi yok, karisan yok, kendi dogrularina gore. Kirilgan, ucari, riske acik. Ozgurluk bana hareketi, akisi ve degisimi ifade ediyor. Guven ise dusundugumde daha statukocu, kendine ve koklerine donusu simgeliyor, bulundugun ortama daha kok salmak, ve daha cok bag demek. Bir iliklik hissediyorum guven deyince, ayni zamanda saglamlik, yikilmazlik, robustness, kaya gibi, ayaklari yere saglam basan hatta baglanmis / koklenmis. Yani hep ayni state de, tutarli, degisim yok.
Bu algilarla bana zit durumlar gibi gelmisti, simdi aslinda zitliklari birbirlerini butunlemesi gibi 'goruyorum'. Ozgurluk icin guvenmek gerek, ozgurluk kendini korkusuz kilmaksa bu ancak kendine veya kendinde daha buyuk birsey, Tanriya, evrene, insanlara ve insanliga guvenmekle oluyor. Belki ozgurluk cekip gitmek degil , guvenmek de ayaklarini bir zemine baglamak degil. Belki iki kavram birbirini notralize ediyor. Bu degerler milyonlarca, milyarlarca yilin ogretisi olarak hucrelerimize islenmis belki, yani ruh bunu biliyor, beyin ise daha geriden gelerek anliyor. Beynin gormesi ile ruhun gormesinin arasindaki fark bu belki.

Monday, October 6, 2008

Zeytin

Zeytin topladim bugun. Kara, kara taneler gumus yapraklar ustunde benim gozumde mucevher gibi parliyorlardi. Ruzgarda gumus rengi bir deniz oluyor, dalgalaniyor. Gece parliyor yapraklari. Zeytin agaci cok esnek, dallarini yere kadar egiyor rahat toplansin diye. Govdesi zarif, odunu yesil. Acemi toplayici oldugum icin dali cok kanirtmisim, sonunda kirildi koca dal, ve govde yara aldi. Nedense kendi kolum kopmus gibi icim yandi, agladim. Ozur diledim agactan canini yaktigim icin. Umarim iyilesir, kendini iyilestirir.
Zeytin agaci benim gozumde bereket, kokler, tarih, kultur, emek, dayaniklilik. Olmez agaci.. Birgun bir zeytinligim olacak, yani gumus renkli dalgalarin oldugu yemyesil bir golum.

Friday, September 26, 2008

Hayat bilgisi - Ayvalik

Hayat bilgisi dersi meger ne hayatin icinden , basit ama gercekci bi dersmis. Istanbulun disina cikinca , kucuk sehir ve kasabalarda hayat bir hayat bilgisi dersi konusu gibi isleniyor. Burasi Ayvalik, bi Ege kasabasi, Rum ve Turk kulturunun corba oldugu, Rum kulturunun gittikce azaldigi bi tasra kasabasi. Hayat basit, hayat dogayla uyumlu. Yazlar yaz gibi sicak, gunes kavurucu, deniz ve siestadan baska dusuncemiz yok. Gunduz arnavut kaldirimi tasli, serin sokagimizda esik onunda oturuyoruz, mevsim sebzelerini ayikliyoruz. Otlar aliyoruz, zeytin yaginda dinlendirip , raki - balik yanina hazirliyoruz. Raki hayat bilgisi dersinde calisildi mi? Emin degilim. Ogleden sonra tatli bi uyku basiyor, ev isleri bitti ise veya deniz yoksa hafiften kestiriyoruz icerlerde. Aksamlari sokakta komsularla kapida oturuyoruz, caylar , kahveler iciliyor. Konusmalar evden evde atlaya atlaya geliyor. Camlar acik, kapinin camlari acik. Kediler cirit atiyor. Sonbahar gelince hava donuyor, deniz yine var, ama artik hirka gerek aksamlari. Ruzgar daha gani, yagmurlar basliyor, bahcelerde ciceklerin, sebzelerin, meyvelerin cesidi degisiyor. Gece sokaklar daha sakin, yaz aksamlari kadr hareket yok, cunku yazlikcilar ve turistler yok. Sonra basliyor gocmen kuslarin gecisleri sicak yerlere. Gunes yine bir altin top, ama daha asagidan geciyor, suzulup Cunda nin gerisinde denize dusuyor. Okullar acildi, sokaklarda oglen yemege gelen mavi onluklu cocuklar. Cunda artik bos, mezeler degismis, omuz atmadan yuruyebiliyoruz. Kisla artik sokaklarda oturmaca bitiyor, soguk hatta ayaz, Degismeyen oyuncular kediler, ama daha zayiflar. Birseyler yakmak lazim, komsu evler yakmayinca evi isitmak zor. Daha cok odun yaniyor, tasimasi zor ama. Cunda artik bombos, disarda oturulmaz, somine basina diziliyoruz. Evde de somine yakiyoruz artik, tutuyor bacasi. Bahara kadar belki biraz kar yagar, ama yerde kalmaz, hele hele kardan adam hic yapilamaz. Komsularin mevsimlerle kiyafetleri kadar aliskanliklari hatta sohbetleri degisiyor. Bahcede acan hep bi cicek var veya bi bitki. Zeytin ve limon her daim keyifli. Bahar gelince Nisanda heryer yeniden yeserecek, yollar da erguvanlar acacak. Tabiat uyanacak. Her sene ayni devri daim. Sebzeler ve meyvalar civarda ne yetisirse, her sey mevsiminde yeniyor. Salcalar yapiliyor, sebzeler kurutuluyor. Eriste , tarhana hazirlaniyor. Ramazan hep ramazan hangi mevsime denk gelirse gelsin, ananesi ayni, torenleri ayni. Hayat bilgisi dersininin oyunculari gibiyiz. Hayat basit, hava temiz, yiyecekler daha lezzetli ve biz daha huzurluyuz kucuk, basit, siradan hayatimizla.

Wednesday, September 17, 2008

Orta

Ortada duruyorum, bir yanim nese bir yanim huzun. Bir adimla mutluluga , bir adimla kedere yakinim. Esit mesafe. Ne tarafa adim atacagim? Hep ortada mi kalacagim? O adimi atmak icin ne bekliyorum?
Bir yanim "kok sal" diyor, "yerles hayata, kal , gitme!", diger yanim " kac" diyor, "uzaklas, git, terket, bag kurma!" Ikisi de hakli, ikisine de esit uzakliktayim. Ikisini de dusunuyorum ve cazip geliyor.
Insan boyle celiskilerinin orta yerinde, kendince optimum bir noktada, her tarafa bir kol boyu, bir adim mesafede. Secmek lazim mi? Araf dedikleri bu mu? Ortada durmak bir tarafa kendini atmaktan daha mi yorucu? Taraf secmek zorunda miyiz? Her ikisi de olsa?
Olmaz, o adim var ya, cok zor, bir adim, salt kedere veya salt mutluluga, tam yerlesmeye veya tam kacmaya! Cok uzun bir adim bu, cok zor bir karar.

Tuesday, August 21, 2007

Kendi kelimelerim

Hayata dair, kendime dair, isime dair, cabama dair kendi kelimelerimi kullanmak.. Odunc almamak, kopya cekmemek. Kendimi kendi kelimelerimle ifade etmek. Kendi kelimelerimle kilic kusanmak, laf ebeligi yapmak. Kendi kelimelerimle beni anlatmak..
Bunu yapmak istiyorum. Yeniden yazmak. Ayvalik'ta, o masal sehrinde, hayatin kolay, insanlarin yakin, Melike'nin kendi oldugu yerde baslamak.
Hadi kolay gele bana!

Friday, August 10, 2007

Bir hayatı kapatmak

Siz hiç size ait olmayan, açmadığınız, kurmadığınız bir hayatı kapattınız mı? Türkçe de iyi bir karşılık bulamadım, İngilizce close down diye düşünüyorum.
Babam öldü geçen Ekim, tam arife günü Şeker Bayramında. Babamdan sonra başladık bu işe biz varisler. Önce kılık kıyafeti elden geçirdik teker teker. Hatıra olarak tuttuk bir kısmını, üçümüzde birbirimizden gizli bir şeyler aldık kendimize. Ben cübbesini aldım mesela, bir de papyonunu konserlerde taktığı. Verdik sonra kıyafetleri birilerine, ihtiyacı olanlara. Sonra yazıhaneyi topladık, el yazısı ile yazdığı yüzlerce küçük kağıt, ajandalar, notlar, dosyalar. 50 yıllık bir yazıhane. Ne çok kırtasiye malzemesi vardı. Bir torba ajandayı çok uzaklara götürmüşüm. Müşteri dosyalarını sahiplerine verdik. Bir hışım özel eşyalarını elden geçirmeye çalıştık, yapamadık. Gözlükler, saatler duruyor. Pul koleksiyonu, notalar, şarkı sözleri, bunlar uzun iş kenara kaldırdık. Sonra veraset işi bitince tek tek bankaları gezdik, kredi kartlarını geri verdik, paraları çektik. Cep telefonu SIM kartını Turkcell e verdik, iptal ettiler. Baroya gittik, kayıttan sildiler. Tabi nüfusdan düştü anında, bunu biz yapmadık. Bürokratik işleri bitirdik tek tek. Yani bir zaman diliminde bir hayatı kapattık: giyecekten ayakkabıya, meslek hayatına, özel eşyalardan hobilere, finansal değerlerden kayıtsal izdüşümlere. Eşyaları ihtiyacı olanlar kullansın diye düşündük, kişisel eşyaların bir kısmı hatıra bir kısmı yine değerlendirebileceklere.
Bugün düşündüm de acaba her şeyi tutsamıydık, hiçbir şeyi vermeseydik, sanki gitmemiş gibi dolaplarda, şifonyerlerde, komodinlerde, yazı masalarında kalsaydı. Çünkü tüm eşyaları birer hatıra aslında kişiliğini, yaşamını anlatan. Hatıralar fotoğraflarda kaldı bir de zihinlerimizde. Kayıtlardan silindi babam, hiç olmamış gibi oldu, hiç yaşamamış. Hayatı tek tek, adım adım , prosedürüne uygun kapattık. Arkamıza yaslandık. İçim kanadı kendi içime doğru. 81 senede biriktirilenleri 81 günde haniyse yokmuş hale getirdik, unwind ettik koca yaşamı. Biz geride kalanlar bunu işleri tamamlamak adına yaptık, bu da bize düşen toplumsal ve sosyal bir görev. Ama ne hakla ? Kendi başlatmadığım, yaratmadığım, emek vermediğim bir hayatı yazılı / yazısız kurallara göre silmek koca bir silgiyle. Hayat bu kadar hafif bir kurşunkalemle mi yazılıyor?
Ben şimdi mürekkeple temize çekmeyi düşünüyorum.

Kimliklerimiz

Hepimiz kimlikler ediniyoruz, biriktiriyoruz hayatımız boyunca. Kimimiz doğuştan bazılarına sahip , kimimize aileden kalıyor. Bir kısmı geleneksel kimlikler : içinde yaşadığımız toplumsal hayattan (eş, meslek, öğrenci,ev kadını) veya doğadan (cinsiyet, aile) geliyor. Ancak çoğunu da biz yaşarken yaratıyoruz. Sosyal bilimcilere sorsak bunların oluşumunu ve neden etkilendiklerini aktarırlar. Bireysel olarak düşündüğümüzde, hayatlarımıza baktığımızda özenle, bezenle oluşturduğumuz veya üstümüze yapıştırılan ve çıkaramadığımız etiketleri görebiliriz. İnsan kategorizasyona ve klasifikasyona çok meraklı. Nedense stereotiplerle düşünmek daha kolay geliyor. Acaba bu düşünme tembelliği mi? Düşünme eğitimi eksikliği mi? Yoksa ortak paydaları, sürü psikolojilerini sevdiğimiz için mi? Birilerine benzemek, gruplara ait olmak, özdeşleşmek. Sanırım özdeşleşme ihtiyacının bir kısmı genlerimizde var, yani miras bize. Bir kısmı ve yine sanmaktayım ki çoğunluğu içinde yaşadığımız toplumun tuttuğu sanal aynalarda var. Özdeşleşme egomuzun bir ihtiyacı. Ego kelimesi bazen içimizdeki minik çekirdeği yansıtıyor, bazen de küçük canavarı. Bence farkındalıkla bunun dozunu ayarlayabiliyoruz, yapabiliyor muyuz peki? Sevdiğim bir sözle: it depends, yani duruma göre değişir. Burda tabi ki doğal rollerimizin ve insan kimliğimizin dışında "abartılı", yapma kimliklerden konuşuyoruz.
Kimiliklerin bazılarını özellikle hedefleyip seçiyoruz : mesela kendimizden hırslı, hızlı iş kadınları ve adamları yapıyoruz klişe konuşan, düşünen, giyinen, hiç vakti olmayan, kariyeri abartan.
Veya cici, cici, evli, barklı, çoluklu, çocuklu, "desperate housewife" modeli ev kadınları ve eşler. Ben bunları kendimizin yarattığına inanıyorum, bilinçli seçimlerle. Bizi ego yönlendiriyor, daha fazlasını istiyor. Bazen herkesten üstün olmak, farklı olmak, daha fazla olmak, bazen daha aşağılarda, zavallı olmak, şikayet etmek, sızlanmak. Ki ikincisi de aynı kapıya çıkıyor. Başkalarına bakarak göreceli tanımlıyoruz kendimizi, yani relative. Çünkü kendimizi başkalarına göre hep farklı yerlere koymak istiyoruz. Bunun aracı değişiyor sadece hayat boyunca.
Peki bütün kimlikleri teker teker soyunduğunuz da, en dipte siz kimsiniz? Mutlak siz kimsiniz? Hangisisiniz? Başkalarına kıyasla değil. Hadi bakalım kıyaslayacak hiç bir şey yok, hadi itiraf edin nasıl olmak isterdiniz? Çok mu kırılgan ve narin oldunuz? Bunun için mi kat kat kimlik kuşanıyorsunuz? Siz bugün dışarı çıkarken dolaptan hangi kimliğinizi aldınız?
Geride neler kaldı? Mutlak kendinizi nerede bıraktınız asılı? Tabi onu tanıyorsanız...